Fotoğraf: Flufoto

Fotoğraf: Flufoto

Fotoğraf: Flufoto

Ayrı ayrı bir arada

Kahve Dünyası’nın 2017 yılında hayata geçirdiği sanat platformu Yanköşe’nin Özlem Günyol ve Mustafa Kunt tarafından hazırlanan ikinci edisyonu AYRIAYRIBİRARADA - harfler, sayılar, noktalama ve diğer işaretler, 28 Eylül 2018’e dek görülebilecek. Özlem Günyol ve Mustafa Kunt ile AYRIAYRIBİRARADA ve pratikleri üzerine konuştuk

Kahve Dünyası’nın 2017 yılında hayata geçirdiği sanat platformu Yanköşe’nin Özlem Günyol ve Mustafa Kunt tarafından hazırlanan ikinci edisyonu AYRIAYRIBİRARADA - harfler, sayılar, noktalama ve diğer işaretler, 28 Eylül 2018’e dek görülebilecek. Kabataş’ta Kahve Dünyası’nın yan duvarında sergilenen AYRIAYRIBİRARADA, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 2017 tarihli metnini bir örüntü şeklinde sunuyor. Anayasada bulunan her harf ve işaret, kendi satırından koparılarak farklı bir bağlama oturtuluyor ve yeni anlamlar oluşturma fırsatı yaratılıyor. Binanın duvarı boyunca devam eden esere uzaktan bakıldığında karmaşık bir şekil izlenimi verirken, yakından bakıldığında detayları ortaya çıkıyor.

Bildiğim kadarıyla bu sizin ikinci kamusal projeniz. İkna Egzersizleri isimli ilk kamusal alan çalışmanızı Ankara’da gerçekleştirmiştiniz ve sanırım kısa süre sonra kaldırılmışlardı. Bu deneyimden sonra AYRIAYRIBİRARADA’yı nasıl kurguladınız?

İkna Egzersizleri bizim Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz ilk kamusal çalışmamızdı. Proje, 2011 genel seçimlerinden hemen önce Ankara, Yüksel Caddesi’nde bir billboard üzerinde gösterilmiş ve seçimler bittikten bir süre sonra da kaldırılmıştı. Çalışma, seçim döneminde şehrin her yerini kaplayan propaganda posterlerini merkezine alarak siyasi parti liderlerinin pozlarına odaklanıyordu.

İkna Egzersizleri için, siyasi parti liderlerinin propaganda posterlerinde vermiş oldukları pozlar, bir oyuncu tarafından yeniden canlandırıldı ve bizim tarafımızdan fotoğraflandı. Çekilen bu fotoğraflar daha sonra siyah-beyaz grafiklere çevrildi ve bir çeşit jimnastik egzersizi gibi numaralandırılarak yeniden sunuldu. İkna Egzersizleri çabuk anlaşılan mizahi bir dili öne çıkaran bir çalışma olmasıyla AYRIAYRIBİRARADA’dan ayrılıyor. O nedenle AYRIAYRIBİRARADA’yı İkna Egzersizleri’nden aldığımız tepkilere göre kurguladığımızı söyleyemeyiz.

Yanköşe’den size bu kamusal mekâna iş hazırlamanız istendiğinde aklınızda bu proje var mıydı?

Hayır. AYRIAYRIBİRARADA, Yanköşe tarafından mekâna özgü bir proje önerisi hazırlamamız için davet edildiğimiz süreçte ortaya çıktı.

Kabataş’taki mekâna özgü olarak nasıl detaylar ürettiniz?

Mekânın fiziksel özellikleri ile projenin konsepti ve görsel çözümlemesini bir bütün halinde düşünüp, bu üç ögeyi birbirlerini destekler şekilde bir araya getirmeye çalıştık. Örneğin projenin, Yanköşe’nin birbirini dik olarak kesen her iki duvarını da kullanıyor olması işin farklı açılardan farklı şekillerde algılanması sonucunu doğurdu. Duvarlardan herhangi birine karşıdan bakıldığında, kendini birbirleriyle kesişen çizgilerden oluşan iki boyutlu bir görsel olarak sunan çalışma, her iki duvarı da gören açılarda boşluğu kullanan üç boyutlu bir yerleştirme gibi algılanıyor. Bu en başından planladığımız bir durumdu. Ayrıca mekânın iki ayrı bina duvarının beraberliğinden oluşması hem AYRIAYRIBİRARADA ismini, hem de işin önerdiği farklılıklarımızla beraber ortak bir yaşam kurma önerisini destekler nitelikte.

İşe yaklaştığımız zaman projeyi açıklayan bir metin de olduğunu görebiliyoruz ancak bunu sadece çok yakınlaşan izleyiciler fark edebiliyor. Bu anlamda işinizin üç katmandan oluştuğunu da söyleyebiliriz; uzaktan bakanlar için sadece bir desenken, daha yakından bakanlar için bir dizi harf ortaya çıkıyor ve en yakından bakanlar ise açıklayıcı bir metin buluyor. Adım adım yaklaşan bir izleyicinin her seferinde yeni bir detay keşfedebilmesi, bence işin kamusal alanda olmasının en büyük avantajı. Bu adımları kurgulamanızın işin sergileneceği mekâna göre de şekillendiğini söyleyebiliriz sanırım?

Tabii, özellikle de AYRIAYRIBİRARADA işinin boyutları göz önünde bulundurulduğunda herhangi bir iç mekânın sunamayacağı bir fiziksel deneyim de işin parçası haline geliyor. İstanbul’a son gelişimizde işi vapurla karşıya geçerken de görebildik mesela. Bu bizim için çok heyecan verici bir deneyim oldu. Senin de belirttiğin gibi iş kendini üç farklı şekilde izleyiciye sunuyor; uzaktan bakıldığında çizgilerden oluşan soyut bir desen, yakından harfler, noktalama ve diğer işaretlerden oluşan çizgiler ve en yakına gelenler için ise bir çeşit anahtar olarak devreye giren, işin ismi ve iş üzerine kısa bir bilgiyi içeren tabela. Burada mekânın bize sunduğu fiziksel olanakları kullanarak bu üç farklı algılamayı kurguladığımız doğru, ancak bu çok katmanlı dilin bizim işlerimizin genelinde var olan bir durum olduğunu da söylemeliyiz. Mekânlar görsel çözümlemeleri farklılaştırıyorlar.

İşe baktığımızda aslında anayasa metnine ait olduğunu anlamak pek mümkün değil, çünkü harf, sayı ve noktalama işaretleri benzerleriyle bir araya gelip uzun çizgiler oluşturuyor.

Her bir harf, sayı, noktalama ve diğer işaretler metindeki yerlerini terk ederek kendi benzerleriyle bir araya geliyor. Metinden ayrılan ögeler artık bir anlamın parçası değil; kendi kendilerine dönüyor ve böylece bağımsızlıklarını kazanıyor. Söz konusu ögeler, bu noktadan sonra artık sadece bir malzeme olarak orada var. Her ne kadar sayısal olarak geldikleri metne bağlı kalsa da aslında iş ortada yorumlanabilecek herhangi bir metin bırakmıyor ve izleyiciyi yeni cümleler kurmak için katılımda bulunmaya davet ediyor.

Anayasa metnini bu şekilde kamusal alana taşımak ve yoruma açık hale getirmek aslında sokaktan geçen herkesle iletişime girmesini de sağlamış oluyor. Bu anlamda kişisel ve toplumsal haklarımızı yoruma açmak ve düşündürmek için de hassas bir dönem. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Anayasa hepimizi bağlayan bir metin ve bu anlamda farkında olsak da olmasak da içerisinde var olmaya çalıştığımız yapının formunu ve birbirimizle ilişki kurma biçimimizi etkiliyor. Bu nedenle üzerinde toplumsal bir uzlaşma sağlanmış, bireysel hak ve özgürlüklerimizi güvence altına alan kapsayıcı bir anayasaya sahip olmanın çok hayati bir mesele olduğunu düşünüyoruz. Az önce de belirttiğimiz gibi, içerisinde yaşadığımız yapının temelini bu metin oluşturuyor.

13 yıldır birlikte iş üretiyorsunuz ve işlerinizin genelinde sosyal politika ve adalet gibi hassas konular hakim. Üretim sürecinde nasıl tartışmalar yaşadığınızı ve nasıl karar aldığınızı merak ediyorum.

Bu soruyu üzerinde çalıştığımız konulardan bağımsız olarak cevaplamak isteriz. Birlikte iş üretme şeklimizin herhangi mantıklı bir açıklaması ya da yöntemi yok aslında. Temelde oldukça farklı karakterleriz ve sanırım bizim avantajımız da bu. Birbirimizin farklılıklarını törpülemeye çalışmak yerine onlara kendilerini ifade edebilecekleri alanlar açmaya çalışıyoruz. Anlaşamadığımız noktalarda ise üzerine çalıştığımız projeyi rafa kaldırarak hem projeye hem de kendimize ihtiyaç duyduğumuz zamanı vermekten çekinmiyoruz.

Bundan önceki bir kaç işinizde de anayasayı ele almıştınız. Örneğin İlk Günkü Kadar Taze isimli işinizde anayasadaki her bir harfi ayrı kitaplar halinde hazırlayıp sergilemiştiniz. Bu konu üzerinde durmanızın nedenini öğrenebilir miyiz? Dikkat çekmek istediğiniz nokta nedir?

Bugüne kadar anayasa ile ilgili yaptığımız üç çalışma var. Bunların her biri elimizdeki anayasanın yeni bir forma dönüşme önerisini farklı şekillerde ortaya atıyor. Tabi, burada işleri üretildikleri zamanın kendi gerçekliğiyle birlikte düşünmek de önemli; her bir iş kendi zamanına ait kaygı ve ihtiyaçlar göz önünde bulundurarak kendi yeni formunu buluyor.

2011 tarihli İlk Günkü Kadar Taze, isminden de anlaşılacağı gibi daha iyimser bir çalışma. Proje, anayasa metnini oluşturan bütün ögeleri birbirlerinden ayırıyor. Fakat AYRIAYRIBİRARADA’dan farklı olarak, birbirlerinden ayrılan ögeler metindeki yerlerini terk etmiyorlar, yerlerini koruyarak 53 kitaba bölünüyorlar. İlk Günkü Kadar Taze; harf, sayı, noktalama ve diğer işaretlerle ilk defa karşılaştığımız ilkokul günlerine gönderme yaparak metni olası yeni kurgulara açık hale getiriyor.

2015 tarihli Hak isimli çalışma ise, anayasada bulunan bütün ‘hak’ kelimelerini bir araya toplayarak metnin geri kalanını arka plana itiyor ve böylece anayasanın önceliğinin temel hak ve özgürlüklerimizi korumak olduğunun altını çiziyor. AYRIAYRIBİRARADA ise, anayasanın bizi bütün farklılıklarımızla beraber bir arada tutan bir forma dönüşmesi önerisini ortaya atıyor ve izleyiciyi yeni cümleler kurmaya davet ediyor. Aslında biz anayasa üzerine farklı çalışmalar yapmak için yola çıkmadık. Tersine, anayasa sürekli olarak bizim karşımıza çıktığı için üzerine çalışma ihtiyacı doğdu.

Geçtiğimiz ay sona eren ve Berlin Between Bridges’de gerçekleşen How Will The Weather Be Tomorrow? isimli karma serginin küratörlüğünü yaptınız. Sergide İlk Günkü Kadar Taze de bulunuyor. Bu serginin sürecinden de bahsedebilir misiniz?

Şubat ayının sonlarına doğru Between Bridges’dan bir sergi oluşturmamız için davet geldiğinde nasıl bir sergi kurabileceğimiz üzerine en ufak bir fikrimiz yoktu. Bu kişisel bir sergiye de dönebilirdi ama kolektif bir söz söyleme ihtiyacı ağır bastı.

Serginin oluşum sürecinde belli başlı konular ya da sanatçılardan yola çıkmak yerine, o sırada çok yoğun bir şekilde hissettiğimiz belirsizlik duygusu üzerine gitmeye karar verdik. Hislerden yola çıkınca işlerin seçimi, serginin kurulumu gibi konular bir ‘yolculuk sürecinde’ birbirlerini ortaya çıkardılar. Örneğin aklımızdaki sorular üzerine düşünürken İnternet’te Ahmet Doğu İpek’in Günler (2016) isimli çalışmasına denk geldik. Günler, bir geri çekilme halini üretim haline dönüştürüyordu. Bu durum bize çok kuvvetli geldi. Sonrasında Aslı Çavuşoğlu’nun geleceği absürt bir noktaya taşıyan Gelecek Zaman (2017) işi, Pınar Öğrenci’nin dayanışma fikrini bir sanatçının otoportresi olarak yeniden sunan Sanat Dayanışması (2018) çalışması, Cengiz Tekin’in bir hapishane inşaatının hayalet duvarları arasında volta atan adamları göstererek gelecek hakkında bir öngörüde bulunan Alçak Basınç’ı (2017), Ahmet Öğüt’ün geçmiş, bugün ve geleceğe dair belirsizlikleri ön plana çıkaran ve Reverb albümünün ikinci parçası olan Sî û Çar (Robozkê)’si, Mehtap Baydu’nun ince teller üzerine yerleştirilmiş bir B52 bombardıman uçağı ve ona refakat eden dört savaş uçağından oluşan altın bir taçtan oluşan İsimsiz (2017) adlı çalışması ve son olarak da bizim İlk Günkü Kadar Taze ( 2011) işimiz bir araya gelmiş oldu.

Sergiyi kurgularken işler arasındaki çapraz ilişkiler, birinin bıraktığı cümleyi diğerinin başka bir yere taşıyarak devam ettirmesi gibi birçok şeye dikkat ettik ama en önemlisi, serginin içerisinde bulunduğumuz gerçekliği açan, sorular soran çok sesli bir yapısının olmasını önemsedik.

DİĞER HABERLER www.unlimitedrag.com